12 Mart 2012 Pazartesi

ben hep yanlış adamlara aşık olurum.

hayatım bir döngüden ibaret 2003 aralık, 2007 aralık ve 2011 aralık. takip eden yıl hep kötü başlıyor, dördün katları olan çift yıllardan nefret ediyorum.

her dört senede bir sanırım başa sarıyorum. her dört senede bir yaşanılanlar tekrar ediyor.

sanırım tuhaf bir döngüye takılı kaldım. stabil ve mutlu değil ama huzurlu kalmak ancak dört sene sürebiliyor bende. artık akıllandım, artık bu döngü kırılmalı diyorum ama hoop başa sarıveriyor yeniden.

bir daha olmaz derken tuhaf bir aşkın kollarında buluyorum kendimi. saplantılı mıyım ben, aşkı algılayışımda mı bir sorun var? düşündükçe başıma ağrılar giriyor.

zamanda 10 yıl geriye gidiyorum 19 yaşında olmak ne güzel ve ben saplantılı bir şekilde aşığım. hayatımda ilk defa bu kadar aciz bu kadar baştan kaybetmiş. tüm benliğimi ona vermek istiyorum, başka kimseye yer yok. 19 yaşımın en güzel anlarını da en boktan ve dibe vurmuş hallerini de onunla yaşıyorum. "beni o masaya sen oturttun" diye avaz avaz bağırmak istiyorum ama bi yandan da haksızım o masaya oturmak için can attım ben. kandırıldım, aldatıldım sanıyorum 19 yaşın verdiği heyecanla ama kazanan baştan belli yavrum, aşıksan kaybetmeye mahkumsun. yani yine de sen kendini tenzih et; ben hep yanlış adamlara aşık olmaya meyilliydim. o eski bir aşktan kalma yaralarını bahane etmişti beni sevmemek için ama aslında sorun ona beni sevmek için yer bırakmayışımdı. onunla ütopya'da (ütopya diyince tuhaf oldu ama dandik bi bar ütopya) dans ettiğimiz o an, asla yok olmayacak bir anı. ne zaman aşık olsam çok sigara içerim ben. ne diyordum kalbim çok çarpmıştı sanırım, onu ne zaman görsem kalbim çok çarpardı ya, en çok üzüldüğüm şey çalan şarkıyı hatırlamıyor olmam. o şarabı içmeyecektim, o yenilgiyi kabullenmeyecektim. ama 19 yaşındayım ve 19 yaş benim en sevdiğim yaşım. insan 19 yaşındayken mutlaka bu kadar aşık olmalı. sonra aklıma o pırıl pırıl gün geliyor, her zaman gittiğimiz o küçük gözlemecide saçma sapan bi nedenden kavga ediyoruz. ama hava o kadar aydınlık ki yemeğimi bitirdiğimi anımsıyorum, onun elinde çekçekli boş bir valiz birlikte Ankaray'a biniyoruz, o metro'yla batıkent'e gidecek benim son durağımsa kızılay. son kez yanaklarından öpüyorum, sanırım sakalları var ama son kez olduğunu o an bilmiyorum. bu kadar kangren olmuşken ben aklımın sol yanı kurtulmamı öğütlüyor bu sui generis aşk'tan, ilişki'den. antalya'da günler sıcak, bir o kadar da zor ben her sabah onunla uyanıyorum her akşam onunla yatağa giriyorum. ama aklımın sol yanını dinlemekten hiç vaz geçmiyorum. cehennem azabı kalp bu kadar ağrırken akla uymak. ben bu kadar açmışken kalbimi ilk kez birine bu kadar 19 yaşın verdiği güçle sıyrılıyorum bu hastalıktan.

sonra günler geçiyor, kapılarımı kapatıp duvarlarımı sımsıkı ördüğümü zannediyorum. çok sevdiğim adama bir selamı bile esirgiyorum. oysa o bana yeterince dürüst olmuştu. ama alındığım tek bir şey var "demek ki beni söylediği kadar sevmemiş" demiş; oysa ben en çok seni sevdim demek istiyorum şimdi bile. çünkü ben 19 yaşındayım ve 19 yaşın olabileceği en korkusuz halimdeyim. 10 yıl sonra dönüp bakınca bile ben en çok onu sevdim en korkusuz halimle hem de.

zaman iyileştiriyor, zaman unutturuyor, zaman bana büyük laflar ettiriyor. büyüdüm diyorum, akıllandım, bir daha bu kadar fütursuzca aşık olmam! işte buna gülerim hem de kıçımla diyor aynı zaman. 23 kasım 2007'de tokat gibi vurunca bu kadar yıkabileceğimi her şeyi bilebilir miydim? koca bir iki sene, sayfalarca yazı, bir blog ve 2,5 senelik bir ilişki gerekiyor atlatmam için. en çok ona kızgınım. sebebi belki de en yıkılmaz dediğim duvarlarımı yıktığı için ama aslında sebep belki de yalandan bile olsa bağlanmaması kimseye. sadece bana değil kimseye, "kimse" bütün umutları alıp götürüyor çünkü. "belki ben olurum" ihtimali kayıp gidiyor avuçların(mız)dan. en çok ona kötülük ettim ben kabul ediyorum, 19 yaşımda ne kadar güçlü ve dirayetliysem 23 yaşımda o kadar çıplak ve aciz kaldım.

şimdi her şeyin bu kadar farkındayken yine en olmayacak birini seçti kalbim...